Bir el uzanıyordu.. Derinlerden bir yerden… Çaresizce ve yalvarırcasına... Herkes dört bir yandan koşuşturuyordu. Kimse ne olduğunu anlayamadan darmadan duman olmuştu. Konuşup da söyleyemeyecekleri cümleleri birikmişti birkaç saniye içinde. Oysa ki herşey çok daha farklı olabilirdi. Evet, deprem bizim en büyük korkularımızdan biri oldu. Belki de sadece doğal afet deyip geçemeyeceğimiz bir gerçeğimiz haline geldi. Kayıplarımız oldu; yüzlerce binlerce kayıplarımız oldu.
Büyüklükleri 5 ve üzerinde olan depremler, 1902‘den itibaren gözlemlenildiğinde içlerinde en çok kayıp ile göze çarpanı, 26 Aralık 1939 tarihinde gerçekleşen 7.9 büyüklüğündeki Erzincan depremi idi. Kayıp sayımız, 32.962...Peki neydi bizi bu kadar fazla bir kayba iten? Tabi ki çarpık kentleşme, depreme karşı bilinçlenememiz ve ihmalkarlık... Toplumumuz hala kendi içinde bunu doğru düzgün bile tartışamazken yeni depremler kapımızı her an çalabilir. Ve biz ansızın bu afetle burun buruna gelebiliriz. En yakın tarihli depremimiz ise hepimizin bildiği gibi 7.4 büyüklüğü ile 1999 tarihinde Kocaeli merkezli gerçekleşen 17 Ağustos depremi idi.
Kayıp sayımız istatiksel raporlara göre 17.127, yaralı sayımız ise 43.953 oldu. İnsanımız evsiz, yersiz yurtsuz ve ailesiz kaldı. Geleceğe dair tüm umutlar birer birer saat 03:00 itibariyle karardı. O yaz tanıştığım bir kız arkadaşımı da ben bu depremle birlikte yitirmiş oldum. Sevgili Deniz, üniversite sınavına girmiş ve çok da güzel bir bölümü kazanmıştı; en önemlisi de istediği bölümü. Dört kişilik ailesinde yıkılan binanın altından tek canlı çıkamayan o olmuştu. Buna kader mi denmeliydi şimdi bilemiyorum. Küçük erkek kardeşi, annesi,babası artık Deniz’siz kalmışlardı... Deniz, bir daha ufka yelken açamayacaktı... Hayalleri de onun gibi suyun derinliklerinde kalmıştı artık.
Ben hayallerim yarım kalsın istemiyorum, ya siz? Siz ister misiniz? İşte bu yüzden birkaç bilgiyi özellikle burada paylaşmak istiyorum sizlerle, lütfen bu kısmı dikkatle okuyun...
Türkiye, dünyanın aktif deprem kuşaklarından biri olan Alp-Himalaya deprem kuşağının üzerinde yer almaktadır. Ve ülkemizin yüz ölçümünün %42’si birinci derece deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır. 20. yüzyılın başları itibariyle yapılan çalışmalar ışığında Türkiye’de yaklaşık olarak her iki yılda bir yıkıcı deprem, her üç yılda bir de pek çok yıkıcı deprem olduğu belirlenmiş bulunmaktadır. Bu da gösteriyor ki ülkemiz kaçınılmaz bir doğal afet olan depremle her an sarsılma riskiyle karşı karşıyadır. Hele ki bazı büyük şehirlerimiz birinci derece deprem bölgeleri üzerinde kurulmuş olup, son derece tehlike altında bulunmaktadır. Bu yüzden kayıp oranlarımızı azaltmak, hatta yok etmek için depreme karşı dayanıklı yapılar inşa edelim, bu yapıları kaygan zeminlerden uzak tutalım ve toplum olarak depreme karşı daha çok bilinçlenelim; deprem öncesi ve sonrası yapabileceklerimiz eşliğinde.
Çünkü insanımız ne bu resimdeki yaşlı vatandaşımız gibi elinde ekmeği ile gözü yaşlı evsiz kalsın, ne de gerisinde kimsesiz yetim-öksüz kalan çocuklarımız olsun. Hayatlarımız inanamayacağınız kadar değerli. Lütfen bu değerimize sahip çıkalım!